Sultanahmet Meydanı'nı gecenin bir saatinde arşınladınız mı?

Akraba ziyaretine, yakın akraba düğününe, hastaneye gelmişlerin İstanbul gezi rotası Sultanahmet’ten başlar. Çocuğu, genci, yaşlısıyla kabile halinde gezen; Sultanahmet Camisi’nde namaz kılıp ışıklı havuz önünde fotoğraflar çekinen, oradan Gülhane’ye koşturan; atalarının yüceliğine el ayak sürerek yaşını başını almış, artık pek de görünmeyen Avrupalı turistlerin hayatına uzaklığını hesaplayan, renkli montlarıyla her daim fotoğraf çeken uzak doğulu turist gruplarını bir oyuncağa bakar gibi inceleyen kalabalıkların, ellerinde mısır koçanlarıyla Ayasofya’nın eğreti minarelerine sevapmışçasına baka baka Sultanahmet Camisi’ni yapan isimsiz işçi atalarını anmadan, meydanlarda sultanların çocuklarının sünnet eğlencelerinin ihtişamını düşleyerek ve söylenerek, uzak bir akrabanın zenginliğinden övünür gibi ve bugünün yokluğuna razı bir şekilde Gülhane’ye gidişlerinin ardından; yüzyıllık, binyıllık kapılar örtülür geceleri.

İşte tam bu zamanlarda bastığın topraklardan at sesleri gelir. Roma Bağımsızlık Bildirgesi’nin okunduğu noktadasındır bazen, tam oradan geçiyorsundur, içinde çok uzak bir şarkı başlar. Şimdilerin Türk sanat musikisi, ilahilerinin Bizans ilahilerinden devşirildiğini anlar, durursun. Bu tanıdıklık hissi, yıllar sonra gördüğün dost gibi sarılır sana. Biraz kırgındır tabii unutulduğuna. Bile bile unutturulduğuna…

Meydandaki her adımında nefes nefese koşan atları, hipodromdaki binlerce Bizanslının coşkusunu duyarsın. Sabaha yakınsa ezanla kesilir coşku, şaşırırsın.

Bir gece Ayasofya ve Sultanahmet günün son ezanlarını okuyup yüzlerce yıllık kapılarını kapattıktan sonra, yine meydan kedilere köpeklere bırakılmışken yılanlı sütundaki pitonlar kafaları için ağlamaya başladı. Kuyrukları sarsılıyor, birbirlerine iyice sokulup Ayasofya’ya yöneliyorlardı. Kafalardan biri Ayasofya’da ağlamaya başlamıştı, biliyorlardı; diğer kafalar çok uzak topraklarda muhtemelen tam da şimdi ağlamaya başlamışlardı. Apollon tüm olanlar için bir şey demiyordu, Persleri anlatıp duruyordu. Şiirlerle teselli ediyordu. Pitonlar Apollon’a her geceki gibi çırpına çırpına sarıldılar, Apollon şarkılarla devam ediyordu ve yine kafasız kalmış pitonlara bir çare bulamadığına şaşıyordu.

Şarkıları, şiiri duyan Bizanslı bir kadın saçlarındaki boncukları bugüne çarparak binlerce yıl uzaklıktaki alman çeşmesine vardı bir kaç adımla. Apollon şiirlerini bağırdı ardından. yıkılacak şehirleri, ölecek kralları, tam burada günlerce sürecek sünnet şölenlerini anlatıyordu. birden araya Halide Edip’in yüzlerce yıl sonraki konuşması sızdı. Bizanslı kadın bu coşkuya kulak verdi, tüm yılları, halkları, geçip giden tanrıları aynı anda tam da burada görüyordu. 

Ama kadın bu geçip giden coşkuları çeşmenin başında bıraktı.

Kadın biliyordu dağlar, denizler, sular ve rüzgârlar en kadim dostlarımızdı, şehirler, köyler, yollar değişirdi, halklar, krallar hep değişirdi. Zulümler ve zaferler de gelip geçerdi tarihlere sürtüne sürtüne. Ama şimdinin en eski yerinde bile aşklar, özlemler hep aynı.. Taş gibi, su gibi, akşam esintisi gibi, yaz yağmuru gibi, baharda çiçeklenen, kışın karı soğuğu saran başı bulutlarda dağlar gibi binlerce yıllık gerçekti. Hep vardı. O kadar vardı ki insan ondan önce hiç olmamıştı. O yokken ne vardı?

Kadın aşkın, özlemin bilgisiyle; bu bilgilerin duygusuyla, başında hangi zamanın kayıtsızlığıyla Marmara’nın esintisi çekti içine. İçinde deli taylar, savaşlarda ölmüş atlara dualar bıraktı. Kimdi bu kadını uyandıran her gece , her gece bin yıldır Apollon’un şiirlerini kesik kesik yollara serdiren neydi, neydi zamanı böylesine yalan kılan ve yine de var eden?

Kadın, kanlı çınarın yapraklarına dokundu; dallar kıpırdadı, hezarpare Ahmet’ten ölümler yere vardı. Bu ölümler toprağa havaya her gece olduğu gibi usulca karıştı. Kadın aşk gibi, ölümün bilgisini de çoktan kucaklamıştı. Bitmeyi de çoğalmayı da bir buğday tohumunun patladığını gördüğü o en eski zamanlarda kucaklamıştı. Çok başka bir sabahta dişi bir incir ağacının döllenmesini seyrederken gelmiş, geçmiş ve gelecek tüm tanrılara inanmıştı ve fakat hiç birine martılara sığındığı gibi sığınmadı. Martıların sesini kulaklarına doldurup yürürken meydanda ayakları da yüzü gibi yalındı, ayakları kim bilir nerden buraya gelmiş, getirilmiş taşları okşarcasına sakin sakin yürüyordu. Dünyanın her bir yanındaki kadının yüzüne sürülmüş rüzgarı böyle bir zamanda selamlıyordu. Nerde, ne zaman yaşamış bir kadın varsa bu meydanda bu rüzgarla geçiyordu.

Apollon hala şiirlerini söylüyordu, duyuluyordu bu. Kadını da yanında istiyordu. Tüm zaferleri, yenilgileri, şiirleri, ağıtları, gelip geçecek olan tüm yağmurları onun ellerine serecekti.şifaları onun koynuna koyacaktı. istiyorsa dağların başına buyruk hikayesini, denizlerin tuzunu anlatacaktı. Ve eski zamanları, eskimeyen duyguları, şimdiyi ve sonrayı onunla yeniden yürüyecekti.

Oysa dünyanın hafızası kadının rahmindeydi. Her gece bu meydanda zamanı doğurabilirdi. Bunu Apollon da biliyordu. Kadın parmaklarını soğuk bir taşta gezdirdiğinde  Apollon çatlayan yumurtalar duydu. Pitonlar kuyruklarını taşlara vurdu, Apollon’a sığındı. Kadın aklındaki şarkılarla yumurtalara koştu. Gördü. Bu gece henüz yıldızlar sönmeden üç kuş doğdu. Kadın kuşlara binlerce yıllık duygularla baktı. Gülümsedi. Sevgiyle. Kuşlar uçacaktı. Yüzlerce şehre kadıının duygularını taşıyacaktı. Belki Palmira’ya, belki Persapolis’e, belki Pompeii’ye, belki Stonhenge’ye Sultanahmet’ten bu kuşlar tanrıların, gençlerin, yaşlıların, çocukların dengesini çırpa çırpa götürecek.
Şimdi burada Bizans’ın sabahı İstanbul’un sabahına karışıyorken, kadın bin yıllık uykusuna, Apollon hükümsüz tanrılığına yatıyordu, yarın gece yine meydanda buluşmak üzere.

BAZI BİLGİLER

Sultanahmet meydanında bulunan Yılanlı Sütuna ait yılan kafalarından ikisi kayıptır; üçüncü kafa İstanbul Arkeoloji Müzesi'ndedir. 

MÖ 479'da Pers ordusu karşısında birleşen Yunan şehirlerinin kazandığı zafer anısına yapılmış ve Delfi'deki Apollo mabedine dikilmişti

Kaybolan yılanbaşlarından birisinin üst çene ve başın üst yarısına ait parçası o tarihte Ayasofya'yı onaran mimar Fossati tarafından 1848 yılında bulunmuş ve yetkililere teslim edilmiştir.    https://tr.wikipedia.org/wiki/Y%C4%B1lanl%C4%B1_S%C3%BCtun 

Ahmed Paşanın cesedi bir beygire yüklenip Atmeydanına (Sultanahmed) getirilerek meşur çınarın altına bırakıldı. Ertesi gün Yeniçeri kılığındaki bir serkeş “insan yağı mafsal ağrılarına iyi gelür” diyerek çınarın altındaki ölü sadrazamın cesedini parça parça edip zorla beşer onar akçeye halka satmağa başladı. Ancak akşama doğru cesedin kalan parçaları gömülebildi.

Ahmed Paşa bundan sonra hezarpare (bin parça) diye yâd edilir olmuştur. https://tarihvemedeniyet.org/2009/09/istanbulun-ugursuz-agaci-kanli-cinar.html

Halide Edip Adıvar’ın 6 Mayıs 1919 da Sultanahmet Meydanında yaptığı konuşma metni için: http://www.geocities.ws/doru_tay/hea/miting.htm 

Apollon birçok yöre ve bölgede farklı kimlikler altında tapınım görmekteydi. En çok bahsi geçen kimlikleri ise; müzik, kahin, yasa koyucu, ışık, kapıların koruyucusu, sağlık ve aranma ile ölümsüz genç erkek ve güzellik tanrısı kimliğidir. https://okuryazarim.com/yunan-mitolojisinde-apollon/ 

0 Yorum

Henüz Yorum Yapılmamıştır.! İlk Yorum Yapan Siz Olun

Yorum Gönder

Lütfen tüm alanları doldurunuz!

Puan Durumu

Takım OM G M P
1 GS  Galatasaray 32 28 1 87
2 FB  Fenerbahçe 32 27 1 85
3 TS  Trabzonspor 32 16 12 52
4 BJK  Beşiktaş 33 15 12 51
5 ÇRZ  Ç.Rizespor 32 14 12 48
6 İBFK  Başakşehir 32 13 12 46
7 KSM  Kasımpaşa 32 13 12 46
8 SVS  Sivasspor 32 11 10 44
9 ANT  Antalyaspor 32 10 10 42
10 ALNY  Alanyaspor 32 10 10 42
11 ADS  Adana Demir. 32 9 10 40
12 SAMS  Samsunspor 32 10 14 38
13 MKE  Ankaragücü 33 8 12 37
14 KYS  Kayserispor 32 10 12 37
15 KON  Konyaspor 32 8 12 36
16 HTY  Hatayspor 32 7 13 33
17 GFK  Gaziantep FK 32 8 17 31
18 FKGK  Karagümrük 32 7 16 30
19 PNDK  Pendikspor 32 7 16 30
20 İST  İstanbulspor 32 4 21 16

Reklam

E-Bülten Aboneliği